Fenikeliler Diye Bilinen Kenanlılar



Fenike



Fenike haritası‏

Fenikeliler (Rumca:Phoiníkē), Antik çağda yaşamış Sami ırkından Akdenizli bir kavimdir.
Tarihleri

Fenikeliler, bölgeye milattan önce üç bin yıllarında gelmişlerdir. Aradus, Simyra, Tripoli, Cebal-Byblos, Beryte, Sidon, Tyros, Akkho liman şehirlerini kuran Fenikeliler, milattan önce 2500 yıllarından itibaren Mısırlılarla ticari münasebete başlamışlardır. Bu ülkeye ağaç ve nebati koku maddesi, zeytinyağı ve reçine ihraç ederlerdi. Ancak siyasi bakımdan iyi teşkilatlanamadıklarından kısa zamanda Mısır’ın nüfuzu altına girdiler. İki bin yıllarının başında Hiksosların istilalarına uğradılar. Mısırlılar istilacılara karşı korumak bahanesiyle Fenike topraklarını tamamen askeri işgal altına aldılar.

Uzun süren karışıklıklardan sonra Fenike, MÖ 14. yüzyılın sonunda Mısır’ın işgalinden kurtuldu. MÖ 9. yüzyılda ise, Fenike için Asurlular büyük bir tehdit unsuru oldu. Zaman zaman Fenike üzerine seferler düzenleyen Asurlular bölgeyi kısa aralıklarla hakimiyetleri altına aldılar. Fenike MÖ 6. yüzyılda Perslerin istilasına uğradı. Daha sonra Büyük İskender tarafından zaptedildi.

Fenikelilerin Sur kentinden kovulan bir grup asi Fenikeli MÖ 800 yılında Tunus sahillerinde Kartaca’yı kurdular. Kartaca kendi statüsüne rağmen Fenike kentlerinden olan Tyros’a bağlılığını sürdürdü ve ticari karının %10’unu tanrı Melkart’ın tapınağına bağışladı. Kartaca Roma’ya karşı Hannibal isimli komutanı ile girdiği savaşı kaybetti ve bu sayede Roma, Akdeniz ticareti ve hakimiyetini ele geçirdi.

“Fenike” adı

Fenikelilere bu ismi veren Yunanlılar olmuştur ve Fenikeliler ismini ilk olarak Yunanlı tarihçi Homeros kullanmıştır. Fenikelilerin kendi dillerinde kendilerine ne ad verildiği tam olarak bilinmemektedir. Kendilerini Kenaniler adıyla zikrettikleri sanılmaktadır. Kenani adı bazı araştırmacılara göre Hurrice olan bir sözcük iken bazı araştırmacılara göre de Samice bir sözcüktür ve kırmızı anlamına gelen Kenanigi’den gelmektedir. Fenikeliler adı da benzer şekilde Yunanca’da ‘kızıl insanlar’ anlamına gelen Phonikes kelimesinden gelmektedir. Kısaca bu etnik topluluğa Helenler Fenikeliler adını verirken Doğu kavimleri Kenaniler adını kullanmıştır.

FENİKE – KENAN ADI VE KENANLILARIN KÖKENLERİ

Kenaniler, genelde Tevrat dolayısıyla Filistin nüfusu içindeki İsrailliler-öncesi ve onlar tarafından kısmen yerlerinden edilen ana unsur olarak bilinir. Kenan; Mezopotamya, Mısır ve Anadolu arasında bulunan bölgeye verilen isimdir.

Fenik veya Fenike adı, bu halkın kendisinin kullandığı bir ad değildir. Onlara bu adı verenler Yunanlar olmuştur. Aslen bu halkın ismi kutsal metinlerde de sıkça geçen Kenanlılar’dır. Kenanlı – Knanaye – Kinha Sami Dilleri’nde “Tüccar” anlamındadır. Halkın esas uğraşı olan ticaret ile uyumlu bu isim kutsal metinlerde de sıklıkla geçmektedir. John Gray’ın “Ancient Peoples And Places” serisi arasında çıkan The Canaanites (1964, 38. cilt) adlı çalışmasına göre, Canaan (Kenan) adı, İskenderiye Körfezi’nden Carmel Head’e kadarki Suriye kıyısının M.Ö. 2. milenyumdaki Semitik (Sami) adı olan Kinahna’dan gelmedir.

Daha sonraları bu halka Yunanlar tarafından verilen “Fenikeliler” ismi ilk olarak Yunanı tarihçi Homeros tarafından kullanılmıştır. Halbuki bu bölgede yaşayan halk yazı yazmaya başladıklarından itibaren kendilerini Kenanlılar olarak adlandırdıkları bilinmektedir. Homeros tarafından ilk olarak kullanılan Fenike isminin menşei belli değildir. Bu ismi Mısırlılar’da kullanılan “Fenkhu” teriminden aldıkları görüşü vardır. Bazı tarihçilere göre ise Yunanlılar tarafından Fenikeli olarak isimlendirilen Kenan adı, Hurrice (Hurriler de M.Ö. 3. binde yaşamış olan Süryaniler’in kökenini oluşturan halklardan biridir.) bir sözcük olan ve “kırmızı” anlamına gelen Kenaggi’den gelmedir. Yunanca olan Phoenician (Fenike, Fenikeli) adı da “kırmızı” demektir.



Zaman zaman bağlı oldukları büyük şehirlere göre de Surlular, Saydalılar olarak da isimlendirilmişlerdir. (Özellikle bu site-şehir devletlerin öne çıktığı dönemlerde). Fenikeliler’e, en eski Fenike kenti olduğu söylenen Beyrut’un 20 mil güneyindeki Sidon’un (Zidon; Arapça’da Saida, Sayda) adıyla Sidonlular (Saydalılar) dendiği de olmuştur. Başlangıçta yalnızca Sayda kenti sakinlerini tanımlayan bu ad, bazı dönemlerde Fenikeliler’in genel adı olarak da kullanılmıştır. Sayda’nın adı M.Ö. 1500’den itibaren Mısır kayıtlarında anılır. Bazı kaynaklarda ise, Fenikeliler’e, bir diğer eski ve ünlü Fenike kentinin adıyla Tir’liler denmektedir. Tir’in diğer adı Sur’dur.

Bazı kaynaklara göre ise Fenikeliler, İsrailliler de dahil tüm komşuları tarafından Saydalılar (Sidonlular) olarak nitelendirilmişlerdir. Bu ad, bazı dönemlerde Fenikeliler’in genel adı olarak da kullanılmıştır. Sayda’nın adı M.Ö. 1500’den itibaren Mısır kayıtlarında anılır. Bazı kaynaklarda ise, Fenikeliler’e, bir diğer eski ve ünlü Fenike kentinin adıyla Tir’liler denmektedir. Tir’in diğer adı Sur’dur.

“The World’s History” adlı esere göre, Fenikeliler, İsrailliler de dahil tüm komşuları tarafından Sidonlular olarak adlandırılmışlardır. “Sur ve Sayda Birleşik Krallığı”(Tir ve Sidon) da “Sidonlular Krallığı” diye bilinmiştir.



Erken dönemlerde Fenikeliler’in (Kenanlılar’ın) yerleşim bölgeleri

TARİHÇE

Fenikeliler ilk olarak tarih sahnesine M.Ö. 3000 yıllarında çıkmışlardır. Günümüzde Lübnan, Suriye ve İsrail’in bir bölümünü içine alan Doğu Akdeniz kıyı şeridinde beliren Fenikeliler’i ilk olarak Mısırlılar ve Sinearlıların kaynaklarında söz edilmektedir.

3. binde bölgede belirmeye başlayan Kenanlılar 2. binde Lübnan dağları ile Akdeniz arasındaki sahil şeridinde bulunan koylara yerleşmişlerdir. Bu yerleşimler zamanla ünlü Kenanlı liman kentlerine dönüşmüştür. Bu liman şehirleri Karmel ve Ugarit -Ras şamra – şehirlerini kuzey ve güney sırlarını oluşturdukları bu kentler sırasıyla Ugarit, Arad, Simira, Botris, Biblos, Berit, Parfion, Sayda (Sidon), Serapta, Sur (Tir) ve Akko siteleridir. En ünlü olanları ise kuzeyde bulunan Sur ile güneyde kurulmuş olan Sayda’dır.

Ortadoğu’daki toprağa bağlı olan diğer Süryani toplumlarından farklı olarak yerleştikleri bölgenin coğrafi özelliklerinin de etkisi ile yaşam ve medeniyetlerini denize yönlendirmişlerdir (Suriye kıyıları ticareti genişletmek hususunda oldukça elverişliydi). Yine bu sebeptendir ki Fenike medeniyeti (tarıma elverişli olmayan topraklardan ötürü) köy-kırsal temelli yerleşim birimleri kurmamıştır.

2. binde Fenikeiler’in tarihi konusunda en aydınlatıcı bilgiler Asur ve Mısır kaynaklarında bulunmaktadır. Bu site-şehirler bir devletten ziyade her birinin kendi kanun ve kuralının olduğu bağımsız devletlerin oluşturduğu bir federasyon olarak yönetilmişlerdir. Bu konuda Fenikeliler Süryani halklardan Aramilere benzemektedir. Çünkü Aramiler de diğer Süryani halklar olan Akad, Babil ve Asur gibi tek devlet kurmamış, bağımsız krallıklar olarak yaşamıştır. Fakat bu site-devletlerinden özellikle ikisi; 2. binde Sayda ve 1. binde özellikle Sur-ağırlıklarını hissettirmiştir ve Fenike kültür ve tarihini belirlemiştir. Bu sebepledir ki bazen Fenikeliler Kenanlı/Fenikeli yerine Sidonlular şeklinde de isimlendirilmiştir. Bir başka önemli site-devlet olan Biblos ve Ugarit özellikle eski ve orta krallık zamanında Mısır ile ticari ilişkileri sebebiyle bu konuda ikincil planda kalmış ve ticaret yollarını güvenceye alacak olan bu siyaseti izlemiştir. Sayda ve Biblos sonunda Ege ile Mısır arasındaki ticarete hakim olmuşlardır (M.Ö. 19. ve 18. yy’lar).



2. binde Fenike’nin en büyük site-devleti (metropolü) olan Sayda, Tamiras Irmağı’ndan Serpta’ya kadar uzanıyordu. M.Ö. 15. – 16.yy.’larda Mısırlılar Suriye ve Fenike’yi nüfuzları altına almışlardı. İşte bu dönem içinde Sidon öne çıkmış ve Mısır ile sıkı bir ticaret ağı kurmuştu. Özellikle bu ticaret ağından elde edilen mallar Aram diyarına (Suriye), Mezopotamya ve Güney Mezopotamya aracılığıyla Hindistan’a gidiyordu. Bu devirde Fenike ticareti ve kültürü (1. binde batı Akdeniz’e ve Cebelitarık dışına yayılacaktır) özellikle Doğu Akdeniz’de gelişmiştir. Ege sahillerinde Kıbrıs, Rodos, Girit ve Taşoz’da koloniler kurulmuş ve buralardan çıkarılan madenler (örneğin Kıbrıs’tan bakır, Taşoz’dan altın) işlenmiştir.

Firavun I. Ahmes’le başlayarak M.Ö. 1570’lerden itibaren Mısır Fenike devletlerini ele geçirmiş ve vergiye bağlamıştır. Fenike devletleri Mısır hegemonyasına karşı iki gruba ayrılmıştır. Başta Sayda, Simira ve Arad olmak üzere birçoğu Mısır hegemonyasına karşı olurken Biblos ve Sur Mısır taraftarı bir siyaset gütmüştür. Özellikle Sayda kralları olan Zimridakr ile Beruthaalin, yine Süryanilerin kökenini oluşturan bir halk olan Amurriler’in kralları ile birlik olarak Mısır’a karşı isyan etmişlerdir.



M. Ö. 14 yyda Fenike kentleri Hattiler’in güçlenmesi ve Amurriler’in karşı çıkışları ile de ilişkili olarak teker teker Mısır nüfuzundan çıkmışlardır.

İkinci bin sonlarında ise Filistinliler ve onlarla akraba olan Zakalar’ın bölgeye gelmesi ve M. Ö. 12. yyda Sayda’ya saldırmaları sonucu, şehir yağma edilmiş yakıp yıkılmıştır. Sur kenti de aynı akıbete uğramıştır.

Birinci binin başından itibaren ise bu işgal ve yıkım evresinin ardından Fenike şehirleri tekrar yükselişe geçmiştir. Deniz halklarının istilası sonrası oluşan siyasi ve askeri durum Fenike Federasyonu için bir bağımsızlık çağının başlangfıcı olmuştur. Bu dönemde Mısır, Hitit ve Asur devletleri gerilerken Kenanlılar, Aramiler ve İbraniler gelişmiştir. Eski Ahidin I. krallar 5-(1-11) ayeti bu dönemlerde Fenike Federasyonu’nun bağımsızlığı hakkında bize bilgi vermektedir. X. yy’da Filistinliler’in İbraniler tarafından bozguna uğratılmasından sonra bölgedeki kaos devri kapanmış bununla beraber artık Fenike kültürünün ve federasyonunun merkezi Sur şehri olmuştur. Bu dönemde Fenikeliler doğu Akdeniz’in yanısıra batı Akdeniz’i de ele geçirmiş; Malta, Sicilya adaları, Tunus’ta Kartaca ve Utika, Cezayir’de, İspanya da Kadeks ve Banarme, Malaga gibi birçok yerleşim kurmuşlardır. Bununla da kalmayıp Cebelitarık Boğazını geçmiş İngiltere ve Fas’a kadar ilerlemişlerdir. Bunun yanında şaşırtıcı bir gerçek de bu devirde yine aynı amaç için Fenikeliler’in Atlantik Okyanusu’nu aşarak Brezilya’ya gittikleri tarihi ve arkeolojik bulgularla ispatlanmıştır.



SUR KRALLARININ KRONOLOJİK LİSTESİ

Abibaal
Hiram I (Ahiram) (MÖ. 969-935)
Baal Utsur (MÖ. 935-919)
Abdaştart (MÖ. 918-910)
Saltanat Gasbı (MÖ. 909-888)
İtobaal I (MÖ. 887-856)
Baal Utsur(MÖ. 855-850)

Baal Utsur(MÖ. 855-850)
Mettenos (MÖ. 849-821)
Pigmalion (MÖ. 820-774)
Hiram II (MÖ. 750’ler)
Maitena (MÖ. 701’ler)
Luli (Elulaios) (MÖ. 700’ler)
İtobaal II (MÖ. 676’lar)
Baal (MÖ. 606’lar)

(Bu konu ileriki sayılarda ayrıntılı olarak işlenecektir.) Sur’un ilk kralı Abibaal (M. Ö. 1020) olmakla birlikte Ardılı olan Sur Fenike krallarının en şöhretlisi I. Hiram (Ahiram) M. Ö. 969 – 935yılları arasında tahta geçmiştir. Bu dönemde Fenikeliler İbraniler ile iyi ilişkiler kurmuş ticari ve askeri ortak anlaşmalar da bulunmuşlardır. Bu diyalogun en belirgin örneği Kral Hiram’ın Kral Süleyman’a Tanrı’ya adayacağı mabedin yapımı için çok sayıda usta, sedir ve selvi keresteleri göndermesi gösterilebilir. Bu durum Eski Ahid’in I. Krallar bölümünde geçmektedir. Kenanlı (Fenikeli)-İbrani ilişkileri hakkında Kitabı Mukaddes’te (Özellikle “I. Krallar” kitabında çok sayıda ayet bulunmaktadır. İkili ilişkiler o kadar ilerlemiştir ki İbrani kral Ahab’ın Fenike kralı İtobaal’in kızı İzabel ile evlenmesi buna çarpıcı başka bir örnek olarak verilebilir. Fenike kültürü bu dönemde İbraniler üzerinde dini yönden bile etki göstermiştir.

Uğraştıkları zanaat

Doğusunda Lübnan Dağları, batısında Doğu Akdeniz kıyıları, güneyinde Ras Nakura Burnu, kuzeyinde Asi Irmağı bulunan alanda yaşayan Fenikeliler, denizci olduklarından Orta Doğudan Batı Akdeniz kıyılarına kadar yayılmışlardır ve deniz ticareti ile uğraşmışlardır.Fenikeliler Akdeniz civarında birçok koloni kurmuşlardır. Ticarette çok ileriydiler, gemileri de gelişmişti. Hammadde kaynaklarına ulaşmak için koloni kuruyorlardı ve Yunanlıların en büyük rakipleriydi. Kumaş, metal eşya, keten ihracatı yapıyorlardı.

Akdeniz çevresinde birçok ticaret merkezleri ve koloniler kuran Fenikeliler, çöl kervanlarının uğrak noktaları olan Şam, Hama, Dibre şehirlerinden ticaret malları alıp satıyorlardı. Batı ile doğu arasındaki ticarete aracılık ve komisyonculuk edip, ithalat ve ihracattan büyük gelir sağladılar. Dokuma, işlenmiş deri, mor boya ve koku maddeleri ticaret dallarının başta gelenleriydi.

Gemici ve Tacirler

Fenikeliler astronomi bilgilerinden yararlanarak, üç yüzyıl boyunca Akdenizi enine boyuna dolaştılar, Kıbrısta (orada bakır buldular), Giritte, Sicilya ve Sardinyada ticari koloniler kurdular. İspanyaya kadar gittiler, Cebelitarık Boğazından aşıp Fasa, hattâ Kameruna vardılar. M. Ö. IX. yy.da hızla gelişerek, Romaya rakip olacak Kartaca şehrini de Fenikeliler kurdular.

İşlenmiş bronzu, fildişini, seramiği, doğu camını ve özellikle lal renginde bir deniz kabuklusundan elde edilen boyayla boyanmış kumaşları her yörede tanıttılar. Siteleri çok zengin oldu, ama aynı krallar tarafından yönetilen bu siteler, birleşmeyi bilemediler ve M.Ö. VI. yy.da Perslere boyun eğmek zorunda kaldılar.

Fenikelilerin dini Yunan ve Roma inanışlarını, tapınışlarını etkiledi. Fenikeliler, tanrı Baale genç çocukları kurban eder, böylelikle denizlerde onun himayesini sağlamağa çalışırlardı. Güzel tapınaklar yapar, heykel yontar ve kuyumculuğu iyi bilirlerdi. Batılılara çok şey öğretmişler, özellikle alfabeyi de onlar icat etmişlerdi.

Din

Mezopotamya kavimlerinde olduğu gibi, Fenikeliler de politeisttiler. Tanrıları erkek ve dişi olmak üzere ikiye ayrılırdı. Ayrıca her şehrin bir tanrı ve tanrıçası vardı. Bereket tanrıçası Astart, tarım tanrıçası Atargatis en büyük tanrılarındandı. Dağlar ve tepelere tapınak yapıp, ilk doğan erkek çocuklarını tanrılarına kurban edip, oturarak taparlardı.

Dil ve edebiyat

Fenikelilerin dili, Kenan grubundan Sami dilidirAlfabenin mükemmel hale getirilmesi ticaret işlerini kolaylaştırmıştı. Fenike yazılı metinleri ticari mahiyettedir. Mimarlıkta en çok kullandıkları malzeme, taş olmuştur. Evleri tek katlı olup, salonu, hamamı ve su kuyusu vardı. Tapınakları dikdörtgen şeklinde olup, koridorla avludan ve adak yerlerinden meydana gelir.

FENİKE KOLONİLERİ

Lübnan dağları tarafından birbirinden ayrılmış küçük site devletlerin oluşturduğu Fenike Birliği, hiçbir zaman siyasal bakımdan büyük ve ezici bir güç olamadı. Kentler kısa aralıklarla bağımsız yaşadılarsa da, genellikle büyük komşularına yıllık vergi ödemek zorunda kaldılar. Ticaret ile uğraşan Fenikeliler askeri güç olarak Kartaca dışında hiçbir zaman iddialı olmadılar. Siteleri çok zengin oldu, ama aynı krallar tarafından yönetilen bu siteler, yeterince birleşmeyi bilemediler. Bununla birlikte M.Ö. l. binyıl başlangıcında, Akdeniz’de ticaret ilişkilerim İspanya ve Akdeniz’e kadar genişletip, Tunus kıyısındaki Kartaca’da, Cebelitarık boğazının ötesindeki Cadiz’de, vb.koloniler kurdular (M.Ö.800). Böylece Akdeniz’i Suriye kıyılarından Cebelitarık’a kadar uzanan Eskiçağ’ın en büyük deniz ticaret alanı haline getirdiler.

Fenikeliler, fetih amacıyla değil ticaret amacıyla koloniler, yeni yerleşimler kuruyorlardı. Kurdukları yerleşimler büyük kitlesel göçü gerektirmiyordu. Fenikeliler için keşif aynı zamanda medeniyet ve ticaret anlamına geliyordu. Gittikleri ve yerleştikleri bölgelere isim veriyor ve önemli yerleşimler kuruyorlardı. Bunu bir sömürü olarak değil bir ulaşım ve medeniyet götürüsü olarak yapıyorlardı. Yerleşimleri aynı zamanda kendilerinin hammadde ihtiyacını karşılıyordu. Bakır Kıbrıstan, gümüş toros dağlarından çıkarılırdı. Gemiler ile denize açılarak uzak diyarlara gidiyorlardı. Melkart’ın sütunları (Fenike tanrısı) ismini verdikleri Cebelitarık boğazına giden Fenikeliler daha sonra burayoda geçerek kalay adası denen İngiltereye, kehribar kıyısı dedikleri Baltık ülkelerine gittiler, fasa ve hatta 1930larda kesin olarak kanıtlandığı gibi Brezilya sahillerine gittiler. Buradaki uygarlıklar ile ticaret yapan Fenikelilerin Amerikaya gelişi Kristof kolombtan 25 asır öncesine rastlamaktadır. Bu konuda brezilyada bulunan bir stel daha öncleri bir efsane olarak görülen bu olayı bütün gerçekliği il egözler önüne sermiştir.

KUZEY AFRİKA

Akdenizin Kuzey Afrika kıyılarının büyük bölümü sur va sayda başta olmak üzere Fenikelilerin kolonizasyonu ile yerleşime açıldı. Fenikelilerin amacı istila edip yerleşmekten ziyede İspanya ile bir ara limanlar zinciri kurnak idi.Burada kurulan koloniler arasında bilinen en eski olanları Gades M.Ö.1110, Utica MÖ 1101 yılında kuruldu. MÖ 814 yılında kurulan kartaca ise zamanla büyüyerek Fenikelilerin tarihteki en güçlü imparatorluğu oldu. Adı Fenikece-Süryanice Kart Hadast (yeni şehir) anlamına gelen Kartaca’nın Fenike prensesi Eliza ve beraberindeki 50 Fenikeli savaşçı tarafından kurulduğu anlatılmaktadır. Zaman ile Sicilya ve Sardunya’yı da içine alarak genişleyen Kartaca coğrafi özelliklerinde uygun olması nedeniyle zengin ve en güçlü koloni oldu.

Afrikadaki diğer koloniler, Leptis Manga Hippo, Suse, Oea (Trablusgarp-Libya), Konstantin (Cezayir.), Sabratha, Sidi Abdselam, Tamuda M Ö. 9. yyda kral İtobaal tarafından kurulduğu belirtilen Auza vb leridir. Bu arada Fenikeliler Mısır ülkesinde de koloniler kurmuşlardır. Fakat bunlar yerel güce boyun eğen birer ticaret limanı olarak işlev görmüşlerdir.

İSPANYA VE FRANSA

Abdera (Adra), Gadez (cadiz) Malaca (malaga) kartacalıların kurduğu önemli koloniler arasında idi. Cenova ve Marsilya da Fenikeliler tarafından kurulmuş olan ve günümüzde de halen önemini koruyan önemli yerleşim bölgeleri idi. Carthago nova (Yeni Kartaca) Roma ile yapılan Pön savaşları sırasında İspanya’da kurulmuştu.

ANADOLU

Fenikeliler sadece İspanya, Kuzey Afrika, Fransa ve İtalya ile sınırlı kalmamış. Batı akdenizin yanı sıra doğu Akdeniz de kıbrısta ve anadoluda yayıldığı bilinmekte. Kilikyadaki Samal (zincirli höyük), toros dağlarındaki Karatepe Fenikelilerin anadoludaki önemli merkezleri haline geldi. Buradan kuzeye doğru genişlediği hatta karadenize bile gittikleri bilinmekte. Marmara denizini geçerek karadenize gelen Fenikeliler Kızılırmak çevresine gelerek günümüzde yine ismi Fenikece-Süryaniceden gelen Bafranın çevresine yerleşmişleridir.



Parlak devrinde Fenikeliler

KARTACA

Roma İmparatorluğu ile aynı dönemde hüküm sürmüş Romalıların İtalya’yı ele geçirmesinden çok önce, Kuzey Afrika Kıyıları’nı, Sicilya’yı, Sardenya’yı, İspanya’yı ve Adriyatik Bölgesi’nin batı kısımlarını kontrolünde tutmuş, ünlü komutanı Hanibal yönetiminde, dönemin Roma İmparatorluğu ile büyük mücadelelere girişmiş olan bir imparatorluktur. Bu sebeple Kartacalılar tarih boyunca Romalılar ile birlikte anılmışlardır. Bazı çevrelerce barbarlık ve zalimlikle suçlanmış da olsa, KARTACA, aslen Fenikelilerin bugünkü Tunus sınırları içerisinde kurmuş olduğu en büyük ve de en güçlü kolonidir. Kartaca (Carthage / Kart Hadast – Yeni Kent), coğrafi konumu, medeni toplum yapısı ve üstün girişimcilik ruhuyla belirgin bir güç haline dönüşmüş ve çağdaşlarından sıyrılarak öne çıkmıştır.

Romalılar, İtalya’yı ele geçirdikten sonra topraklarını daha da genişletmek için M.Ö. 264 ile M.Ö. 146 yılları arasında Kartaca’lılar ile bir çok savaş yapmışlardır… “Pön savaşları” da denen bu savaşların ilkinde Romalılar Kartacalılar’dan gemi yapma sanatını ve onları denizde nasıl yenebileceklerini öğrenmişlerdir. İkinci Pön savaşında ise Kartaca Generali Hannibal, ordusu ile Alp Dağlarını aşarak bütün İtalya’yı ele geçirmiştir. Romalılar, hiç vazgeçmeden büyük bir hırsla savaş üzerine savaş yaparak İtalya’yı almış, daha sonra Afrika’ya geçerek Hannibal’ın ordusunu M.Ö. 202’de Kartaca yakınlarındaki Zama’da yenilgiye uğratmışlardır. M.Ö. 149 ile M.Ö. 146 yılları arasındaki 3. Pon (Punic) savaslarının sonucunda, Roma, daha önce Kartacalıların elinde bulunan Afrika ve İspanya’yı işgal etmiş ve Kartaca’yı yakıp yıkmışlardır.

KIBRIS

Kıbrısta muhtemelen 2. bin yılından itibaren Fenike yerleşimleri görülmektedir. Kition, Golgoi, Dalion, Tamassos Marion ve Lapheros kıbrıstaki önemli Fenike kültür ve ticaret merkezleri idi. Ege adalarına özelliklede Rodos’a yerleşmiş oldukları, ve diğer Yunan adalarından başlıca Thasos, Kytera, Melos ve Thera’ya yerleşmiş oldukları ve şehirler kurdukları bilinmektedir.



SİCİLYA

Fenikeliler 2. binyıl sonundan itibaren Sicilya’da görülmüşlerdir. Sicilya’da Fenikeliler tarafından Motya, rönesansta önemli tıp okulunun bulunduğu Palermo ve Salunto kentleri kurulmuştur.

SARDİNYA

Sardinya’da ise Nora yazıtı M.Ö. 9. yy.da Fenikelilerin burada bulunduklarının kanıtıdır. Nora dışında Sardunya’da bulunan diğer antik Fenike kentleri; Cagliari, Sulcis, Carloforte, Tharros ve Bythia, Monte Sirai’dir.

AMERİKA

1453’te Kristof Kolomb tarafından keşfedildiği iddia edilen Amerika’ya Fenikeliler ondan 20 asır önce gitmiş ve orada ticaret yapmışlardır. 1886 yılında Brezilya’nın Parahiba bölgesinde bulunan dikilitaş buna yeterli bir kanıt oluşturmaktadır. 1939 yılında Da Silva Ramos tarafından Fransızca yayınlanan çevirisi Sayda’lı Kenanlıların buraya Kral Hiram döneminde geldiklerini ve burada ticaret yaptıklarını göstermektedir.



1886 yılında Brezilya’nın Parahiba bölgesinde bulunan yazıt Fenikeliler’in Amerika’ya günümüzden 25 asır önce gittiklerine yeterli bir kanıt oluşturmaktadır. 1939 yılında Da Silva Ramos tarafından Fransızca yayınlanan çevirisi Sayda’lı Kenanlıların buraya Kral Hiram döneminde geldiklerini göstermektedir.

Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın bununla ilgili bir yazısı:

Amerika kıtasının keşfi tartışmalarında ileriye gidenler Müslüman denizcilerden çok, bugünün Müslüman tarihçileri gibi görünüyor. Fanteziye girmekten çekinmeyen bazı uzmanlar gençleri, geniş kitleyi ve politikacıları etkiliyor

Amerika kıtasına eski dünyalıların ulaşması, ulaştıktan sonra o kıtayı tanımaları, sakinleriyle karşılaşmaları ve eski dünya ile müşterek 500 yıllık tarihi onlarca teoriye kaynaklık etmiştir. Bilimin saptadıkları dışında kıtanın keşfini atalarına mal edenler de meydandadır. Bunların başında Vikinglerin soyundan gelen İsveçNorveç ve Danimarkalıları saymalıyız. Atalarının ortak dili Norse’tur. Bugünün ölü dilini konuşanlara Vikingler diyoruz. Bizans’ın muhafız kıtaları ve Rusya tarihinde ismi geçenler (Varyag) bunlardır. Ama asıl önemlisi BritanyaAvrupa’nın liman şehirleri, hatta küçük Asya bu yağmacı ve savaşçı adamları tanır.

Viking masalları

İsveç müzelerindeki yüzlerce gümüş Samani devleti sikkesi herhalde Vikinglerin ticaret yoluyla ve alın teriyle kazandıkları paralar değildi. Hal böyleyken bugünkü İskandinavlar dedeleriyle iftihar etmeyi iş edindiler ve Amerika’ya ilk kendilerinin ulaştığını ileri sürdüler. Hatta bu gibi bir keşif gezisini denedikleri bile söyleniyor. Öyle de olsa Vikinglerin yaptığı söylenen seferle, bu seferin farkı vardır; çünkü bugünün insanları dünya haritasını ezbere biliyor, mevsimlerden ve coğrafi şartlardan haberleri var

Britanya’nın bahriye subaylarından Gavin Menzies emekli olduktan sonra çarpıcı ve kışkırtıcı bir eser meydana koydu. “1421: Çin’in Dünyayı Keşfettiği Yıl” başlıklı bu eser 2002’de çıktı. Orta Çağların Çin gemileri gerçekten çok büyüktür. Menzies, Çin amirali Zhang He’nin filosuyla sadece Amerika’yı keşfetmekle kalmayıp Magellan’dan çok evvel dünya turunu tamamladığını da söylüyor. Güya Çin metinleri sadece Amerika kıtasına mahsus bazı hayvanlardan bahsediyormuş. Ama öncelikle Amerikan yerlilerinden bahsetmediklerine şaşmak gerekir.

Çinlilerin seferi üzerinde anlatılan hikayelere haklı olarak güvenmeyenler, Viking masallarına sevecen ve sessiz bir bakışla yetiniyorlar. Birkaç zamandır Arap denizcilerin Akdeniz’deki Basra Körfezi, Kızıldeniz, Hint Okyanusu hatta Çin Denizi’ne ve Afrika Boynuzu’na kadar sürdürdükleri başarıları daha ileriye götürme çabalarına da rastlanıyor.

Daha ileriye gidenler Müslüman denizcilerden çok bugünün Müslüman tarihçileri gibi görünüyor. Hatta leksikografi (bibliyografya ve sözlük), kartografya (haritacılık) alanında kayda değer tetkikleri olan bazı uzmanlar dahi bu alanda fanteziye girmekten çekinmiyor ve mutlaka gençleri, geniş kitleyi ve politikacıları etkiliyorlar. 12’nci asrın sonlarında Amerika’ya çıkmak ve arkeoloji ile ispatı mümkün olmayan camilerden söz etmek böyledir.

Yaptıkları tartışılıyor

Maalesef İslam dünyasında tarihçilik kaynakları, kullanım bakımından bazı noksanlar taşıyor. Ayrıca Vikinglerin torunlarına tanınan rüya görme hakkı Müslüman fatih ve denizcilerin torunlarına tanınmıyor. Dedelerinin usturlabı kullanma marifeti bilinmeyen ülkeye yani Amerika’ya yapılmış olan (!) seyahat için ikna edici değil.

İşin doğrusu Kristof Kolomb’un da kaşif olarak yaptıkları hep tartışılır. Kuşkusuz Kolomb Cenovalı ve İspanya’nın hizmetine girmiş. Hangi gemilerle yola çıktığı, donanımı belli. Seyir defteri elde, kullandığı harita ise münakaşalı. Hatta bizim Piri Reis haritasını neşreden Alman (Paul Kahle) Piri Reis haritasını dünyaya “kaybolmuş bir Kolomb haritası” diye tanıtmıştı. Bir Allah’ın kulu da; “Bu şayet dediğin gibi kopya ise haritanın aslı nerede ve nasıl tersim edilmiş?” diye sormadı. Bu sorgulama henüz başladı.

Seferi niye önemli?

Kolomb ulaştığı noktayı seyahatin başındaki tezine dayanarak Doğu Hindistandiye betimledi. Bugünün Antiller’ini ve Orta Amerika’yı Doğu Hint Adaları diye nitelendirdi. Seferinin önemi dünyanın yuvarlaklığını ortaya koymasıdır. Çıktığı yerlerin ayrı bir kıta olduğunu ise ondan sonra buraya giden büyük denizci Amerigo Vespucci kanıtladı. Onun için kıta onun adıyla Amerika diye anılıyor.

Kolomb’un talihi çok karartıldı. İspanya’nın Katolik kraliçesi Isabella’yı dolandırdığını, getirdiği ganimetin masrafı karşılamadığını neredeyse bütün saray erkanı tekrarladı durdu. Tarihçiler dediler ki; “Adam tam aziz ilan edilecekken Yahudi olduğu anlaşıldı”. Her halükarda bu kadar sefer yapılan, İspanya ile Portekizarasında papanın taksim ettiği, altınlarının yağmalandığı, yerlilerinin katledildiği, köleleştirildiği Amerika’dan frengi, onun yanında patates, domates, tütün geldi. Kıtanın coğrafyasının doğru tespiti ve haritasının çıkarılması ise bir asır sonra Fransız Bilimler Akademisi’nin sayesinde oldu. Ölçüp biçmek, konuşmak ve tahmin etmekten daha zordur.

Hızla büyüyen bir zümre

Güney Amerika kıtasına göç eden Müslümanlar Afrika’nın, Arabistan’ın ve Hint alt kıtasının fakirMüslümanlarıdır. Fakat bunlar kadar büyüyen bir kitle söz konudur. Güney Amerika Katolikleri bir müddettir ihtiyaçları olan manevi hizmeti RomaKatolik Kilisesi’nden göremiyorlar. Daha önce cemaatleriyle çok yakın ilgi kuran ve onların sorunlarına çare arayan Dominikenler Papalık tarafından solcu oldukları gerekçesiyle tamamen saf dışı edildiler. Hiçbir şekilde misyoner faaliyetleri olmayan Rum Ortodoks Kilisesi ise rahiplerinin halkla iç içe olmaları ve “ziyaret”e önem vermeleri dolayısıyla kendiliğinden Katolik halkın sempatisini kazandı. Ve bu mezhebe geçişler başladı.
Bugün bu kalabalık grubun yanında daha da hızla büyüyen bir zümre varsa o da Meksika ve bütün Güney Amerika’daki Müslüman nüfustur. Bu dünyadaki Müslümanlığa yaklaşmanın yolu bu gerçeği bilmek olmalıdır.


Türk-İslam Tarihinde Hanım Sultanlar 1 Raziyye Sultan

 Raziyye  Sultan

        Şems’üd-din İl-tutmuş, bütün Kuzey Hindistan’ı elinde toplayarak “Şemsiyye hânedânını kurdu (1211-1266). Devleti, Delhi başkent olmak üzere, büyük kısmı ile Pencâb’ı ve Multan’ı, Lahor’u, kuzeyde Gazne’ye kadar uzanan bölgeleri ihtiva ediyordu.  Moğollar’dan kaçan kalabalık Türk kitlelerini memleketine kâbul etmek suretiyle, Kuzey Hindistan’da Türk İslam kültür hayatının devamını sağlayan İl-tutmuş, 1235 yılına kadar Bengal, Gwalior’dan başka Uccayn’ı da kendine bağladı ve Halife kendisini “Hindistan Sultanı” olarak tanıdı (1229). Ölümü (1236)’nden sonra, kabiliyetsiz oğlunun yerine, kızı Raziyye, Sultan oldu (1236-1239). Fakat babasının yetiştirmiş olduğu “Çihlgân” diye anılan 40 kumandan karışıklık çıkardılar. Bunlar otorite tanımaz kimseler olmakla beraber yurtlarına Moğollar’ı sokmayacak kadar vatansever idiler. Nihayet Şemsiyye âilesinden Nâsreddin Mahmud inzibatı sağlamak için 40’lardan Balaban’ı iş başına getirdi.

Delhi Türk Sultanlığı

 Delhi Türk Sultanlığı (1206-1413)

       Bu devlet, Afganlı Gur hükümdarı Muizz’üd-din Muhammed’in 1192’de Kuzey Hindistan’a vâli tayin ettiği Kutb’üd-din Aybeg tarafından kurulmuştur (1206). Daha vâli iken Aligarh’ı, Benares’i ve ünlü Bihâr kalesini ele geçirmiş olan Aybeg, Lahor ile Pencâb bölgesini de Tâc’üd-din Yıldız’dan aldı. 1210’da atından düşerek öldüğü zaman Bedâun’da damadı İl-tutmuş, Uc’da öteki damadı Kabaca, Bengal’de onun tâyin ettiği Kaymaz bulunuyordu. Aybeg’in erkek çocuğu yoktu. Şems’üd-din İl-tutmuş, bütün Kuzey Hindistan’ı elinde toplayarak “Şemsiyye hânedânını kurdu (1211-1266). Devleti, Delhi başkent olmak üzere, büyük kısmı ile Pencâb’ı ve Multan’ı, Lahor’u, kuzeyde Gazne’ye kadar uzanan bölgeleri ihtiva ediyordu.  Moğollar’dan kaçan kalabalık Türk kitlelerini memleketine kâbul etmek suretiyle, Kuzey Hindistan’da Türk İslam kültür hayatının devamını sağlayan İl-tutmuş, 1235 yılına kadar Bengal, Gwalior’dan başka Uccayn’ı da kendine bağladı ve Halife kendisini “Hindistan Sultanı” olarak tanıdı (1229). Ölümü (1236)’nden sonra, kabiliyetsiz oğlunun yerine, kızı Raziyye, Sultan oldu (1236-1239). Fakat babasının yetiştirmiş olduğu “Çihlgân” diye anılan 40 kumandan karışıklık çıkardılar. Bunlar otorite tanımaz kimseler olmakla beraber yurtlarına Moğollar’ı sokmayacak kadar vatansever idiler. Nihayet Şemsiyye âilesinden Nâsreddin Mahmud inzibatı sağlamak için 40’lardan Balaban’ı iş başına getirdi. Nâib sıfatıyla faydalı işler gören Balaban, Mahmud’ın 1266’da ölümü ile, kendisi Delhi Sultanı oldu (Balaban Hânedânı: 1266-1290). Moğol hücumlarını durdurdu. Lahor’dan Moğol baskısını uzaklaştırdı, memleketi imâr etmeğe çalıştı. Yerine torunu Keykubâd geçti (1287-1290). Fakat kısa zamanda devletin askerî gücünü meydana getiren Kalaç Türkleri başbuğlarından Celâleddin Firûz’a intikal etti (Kalaç Hânedânı: 1290-1320).
Firûz Moğol akınlarını püskürttü (1291). Yeğeni Muhammed Kalaç’a Dakkan üzerine bir sefer yaptırdı. Bu ordu Deogir Devleti merkezine (bugün Allah-abâd) girmeğe muvaffak oldu (1295). Firûz’un yerine geçen Muhammed Kalaç (1296-1316) bütün Malva bölgesini, Raçputana’yı, Gücerat’ı zapt etti. “Sultan-ı a’zâm” diye anılıyordu. Ölümü üzerine çıkan karışıklıklar içinde Gıyâseddin Tuğluk iktidara geldi (Tuğluk Hânedânı: 1321-1413).
Asayişi sağlayan, teşkilâtı nizâma sokan, su kanalları açtıran Tuğluk, Bengal’e de tamamiyle hâkim oldu. Telingana’yi Delhi’ye bağladı. Başkent’in adını Sultan-pûr’a çevirdi. Oğlu Muhammed Tuğluk (1325-1351) bir aralık devlet merkezini güneydeki Deogir’e nakletti. Çok mağrur bir adamdı. Çin’i zapt etmeyi düşünüyordu. Huzursuzluk baş gösterdi. Bengal devletten ayrıldı (1339). Firuz Tuğluk zamanı (1351-1388) bir nevi toparlanmakla geçti. Kuzeyde Timur hâkimiyeti dolayısıyla Hindistan’a Türk akını kesildi. Firûz oldukça dindar bir hükümdardı. Yerli Müslümanlarla çok sıkı bağları oluştu. sonraki 10 yıl içinde (1397’ye kadar) Delhi tahtına 7 kişinin çıktığı görüldü. Vilâyetler istiklâllerini ilân ettiler. Nihayet Delhi’de idare Afganlı Seyyid âilesinin eline geçti (1414).
 Delhi Türk Sultanlığını yönetenler
1.Kurucu hükümdar Kutb’üd-din Aybeg
2. Şemsiyye hânedânı
3.Raziyye, Sultan ( Hanım hükümdar)
4.Kalaç Hânedânı
5.Tuğluk Hânedânı

Delhi Türk Sultanlığını enteresan kılan devleti bir tek hanedanın değil bir kurucu hükümdar ve üç ayrı Türk hanedanının devleti  yönetmiş olmasıdır.Ayrıca kısa sürede olsa bir hanım sultan tarafından yönetilmiş olmasıdır.
Kaynak:
Tarihte Türk Devletleri, C.I, Ankara Üniversitesi, Ankara 1987, s. X + 422.
Tarihte Türk Devletleri, C. II, Ankara Üniversitesi, Ankara 1987, s. VI + (423-816) + 16 Harita.
Tarihte Türk-Hint İlişkileri Sempozyumu Bildirileri (31 Ekim-1 Kasım 2002), AKDTYK-TTK, Ankara 2006, s. X + 369.

ERETNA BEYLİĞİ-DEVLETİ (1335-1381)

ERETNA BEYLİĞİ-DEVLETİ (1335-1381)

Eretna Beyliği, Selçuklu Devleti yıkılmak üzereyken kurulan devletlerden olmadığı için Anadolu beylikleri arasında genelde sayılmaz. 

Eretna Beyliği, soyu Uygur Türklerine dayanan Eretna Bey 1335 yılından itibaren Sivas ve Kayseri merkez olacak şekilde bölgede hüküm sürmeye başlamıştır. İlhanlıların Anadoludaki son valisi olarak görülmektedir.

İlhanlıların Anadolu valisi Emir Çobanoğlu Demirtaş Mısır'a kaçtığı sırada Noyan unvanına sahip olan Alaeddin Eretna Bey'i kendisine vekil tayin etmiştir. Kurnaz ve tedbirli hareket eden biri olan Eretna Bey, Moğollara sadakat göstermiştir. Bulunduğu mevkisini muhafaza eden Eretna Bey İlhanlı hükümdarı Ebu Said Bahadır Han'ın vefat etmesinden sonra meydana gelen saltanat kavgalarında kurnaz davranmıştır. Akıllı ve kurnaz davranışları neticesinde Anadolu valiliğini bir şekilde elinde tutabilmeyi başaran Eretna Bey, taht kavgalarının yaşandığı dönemden zararsız bir şekilde çıkmış ve yoluna devam etmiştir.
Daha fazla itibar kazanması ve büyümesini engellemek amacı ile 1343 yılında Demirtaş'ın oğlu Küçük Şeyh Hasan Eretna Bey üzerine birlikler göndermiştir. Yapılan muharebelerde Şeyh Küçük Hasan mağlup edilince Eretna Bey durumdan faydalanarak hükümdarlığını ilan etmiştir.
Erzurum, Tokat, Sivas, Amasya, Kayseri, Ankara ve Aksaray bölgelerini içine alan Eratna Beyliği bölgede hüküm sürmeye başlamıştır. Anadolu halkı Moğollardan gördükleri muameleden sonra Eretna Bey'in tutum ve davranışlarından etkilenmiş, hak ve adaleti sağlayan Eretna Bey'in destekçisi olmuşlardır. 
1352 tarihinde Eretna Bey'in vefatı üzerine yerine önce oğlu sonra da torunu geçmiştir. Fakat Eretna Bey gibi ülkeyi yönetemeyen sülalesi dönenimde bölgedeki valiler nüfuzlarını arttırmayı başarmıştır. Buna karşılık Eretna Bey'in oğlu ve torunu nüfuz kaybetmeye başlamış, bölgedeki otoriteleri giderek yıpranmıştır.
1380 yılında Eretna Bey'in torunu Ali Bey vefat edince yedi yaşındaki oğlu hükümdar olmuştur. Fakat genç yaştaki çocuğa bırakılan ülke yönetimi istenilen sonuca ulaşamamış, bu çocuğa vasi olan Kadı Burhaneddin yönetimi ele geçirmiştir. Eretna Beyliği'nde söz sahibi olan en nüfuzlu şahsiyet Hacı Şahgeldi'yi katlederek 1381 yılında Eretna Beyliği'ni ortadan kaldırmış ve kendi hükümdarlığını ilan etmiştir.

Monako Tarihi

1191 de  Kutsal Roma İmparatoru VI. Hendrich, Cenevizlilere Monako’da üs kurmaları için izin vermiştir.
1228 de Ülke, Ceneviz sömürgesi haline gelmiştir.

1297 de François Grimaldi ve askerleri Monako’yu hileyle  ele geçirip yönetmeye başlamıştır.
1400  de   Fransa Kralı ve Papalık, Monaco Düklüğünü tanımıştır.

1524-1641 de Grimaldi ailesi, İspanya ile ittifak yapıp kendini güvenceye almıştır.
1793 de Fransız devrimi sonrası Grimaldi ailesi devrilmiş ve Monako ile Fransa birleşmiştir.

1814 de Grimaldi ailesi ülkeye geri dönmüş ve Monako, Sardunya Adasına bağlanmıştır.
1861 de   Monegasque Antlaşması ile Monako bağımsızlığını ilan etmiştir
1863 de Prens III. Charles ülkede Monte Carlo gazinosunun inşasına başlamıştır.
1911 de Ülkenin ilk anayasası kabul edilmiştir.
1918 de   I.Dünya Savaşı sonrasında Grimaldi yaşamını kaybetmiş ve Fransa’ya bağlı özerk Monako devleti kurulmuştur.

1929 da F1 yarışlarının başlamasıyla birlikte ilk Monako Grand Prix’i gerçekleştirilmiştir.
1993 de Monako, BM’e üye olmuştur.

2004 de  Düşük vergilendirme nedeniyle kara para aklama ülkesi haline dönen Monako, OECD tarafından kara listeye alınmıştır.
2005 de Prens III. Rainer ölmüş ve yerine Prens II.Albert resmen Monako hükümdarı olarak yemin etmiştir.












KATAR TARİHİ

Katar’ın bulunduğu bölgedeki ilk yerleşim taş devrine dayanıyor. Taş devrinin ülkede bulunan ilk kalıntılarının 50 bin yıllık olduğu tahmin ediliyor. Katar’da Babilliler ve Selçukluların da yaşadığı biliniyor.
Yedinci yüzyılın ortalarında İslam dini Arap yarımadasında yayınlamaya başlayınca, Katar’da Emeviler, Abbasiler gibi İslam hanedanlarının hakimiyeti altına girdi.
16. yüzyıldan Birinci Dünya Savaşı'na kadar Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçasıydı.
19. yüzyılın sonlarına doğru Al Tani emirliği kuruldu ve 20. Yüzyılın başlarına kadar İngiliz himayesinde kaldı.
Katar, 1971 yılında İngilizler himayesinden ayrılarak, tamamen bağımsız bir ülke oldu.
Bu olaydan kısa süre önce Katar, Birleşik Arap Emirlikleri’nin bir parçası olma teklifini reddetmişti.
1972-1995 yılları arasında ülkeyi yöneten ilk emirin ardından, yönetime el koyan Katar Emiri Hamad bin Halife Al Tani göreve geldi.
Al Tani emirliği döneminde, önemli siyasi ve ekonomik reformlar gerçekleşti. Seçimlerin özgürleşmesi için adımlar atıldı, kadınlar seçme ve seçilme hakkına sahip oldu. Aynı zamanda gaz ve petrol sektörlerinde liberalleşmenin yolu açıldı.
Basın özgürlüğünün genişletildiği ülkenin en büyük yatırımlarından televizyon kanalı Al Jazeera oldu. Haber platformları, önce Arap ülkelerinde, daha sonra da tüm dünyada en önemli medya kuruluşlarından biri olarak ön plana çıktı.
Katar bu dönemde komşu ülkelerle de ilişkilerini artırdı ve 2001 yılı itibariyle, Bahreyn ve Suudi Arabistan ile arasındaki sınır sorunlarını tamamen çözüme kavuşturdu.
Ülke, Nisan 2003’de yapılan Anayasa referandumundan bu yana ciddi bir politik dönüşüm gerçekleştirdi. Yeni Anayasa 2/3’ü 8’i seçimle, 1/3’ü ise Emir’in ataması ile işbaşına gelen 45 üyeli ve yasama yetkisi olan bir parlamentonun kurulmasını sağladı.
Ülkede yasama erki, bakanlar kurulu ve Şura Meclisi’nden oluşuyor.
Katar, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’yı etkisi altına alan ve ‘Arap Baharı’ olarak bilinen halk ayaklanmalarından etkilenmedi.
Yedi idari bölgeden oluşan Katar’da 2009’dan bu yana yerel hizmetlerin iyileştirilmesi amacıyla belediye seçimleri yapılıyor.

                                                                   Reuters
Mutlak monaşi ile yönetilen ülkede Haziran 2013’te bir ilk gerçekleşti. Emir, görevini 33 yaşındaki oğlu Şeyh Temim bin Hamad Al Tani'ye devretti.
Ülke ekonomisindeki gelişmelerin yanısıra Katar, Suudi Arabistan, Kuveyt, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman’ın üyesi olduğu Körfez İşbirliği Konseyi’nde (Arap devletlerinin bölgesel örgütü ) özellikle savunma alanında işbirliği konusunda önemli rol oynuyor.
Katar, ABD askeri güçleri için hareket merkezlerinden biri oldu ve özellikle Körfez Savaşı iki ülke arasındaki önemli bir ortaklığın temellerini oluşturdu.
Katar, Irak'ın ABD öncülüğündeki işgali de koordine eden komuta merkezine ev sahipliği yapmıştı.
Kaynak:http://www.aljazeera.com.tr/ulke-profili/ulke-profili-katar

KADI BURHANEDDİN DEVLETİ

KADI BURHANEDDİN AHMED DEVLETİ (1381-1398)

1- SİYASİ TARİH

Beyligin kurucusu Kadi Burhaneddin Ahmed'in ailesi aslen Oguzlarin Salur boyuna mensup olup, Hârizm'den Kastamonu'ya göç etmisdir. Daha sonra Selçuklu devleti hizmetine giren dedeleri ve babasi Kayseri kadılığı görevinde bulundular. Burhaneddin Ahmed, 1344'de Kayseri'de dogdu. Memleketinde basladigi tahsiline Sam ve Misir'da devam ettikten sonra yurda dönerek yirmibir yasinda iken Eretna Devleti'nin merkezi olan Kayseri'de kadilik görevine basladi (1365).
Bu sirada Eretna Devleti'nin giderek zayiflamasi karsisinda Kadi Burhaneddin siyasî nüfusunu kullanmak istedi. Kayinpederi olan Eretna Beyi Ali Bey'in idareyi ele geçirmesi üzerinde onun veziri oldu (1378). Kadi Burhaneddin Ahmed vezir olarak islerin idaresine kisa zamanda yön vermeye basladi. Iç siyasetle ilgili olarak adalet ve idare mekanizmasinda düzeni sagladigi gibi ekonomik durumun da düzeltilmesine çalisti. Askerî ve siyasî degisiklikler sirasinda bozulan düzeni yeniden kurdu.
Bu sirada Ali Bey, Amasya emiri Haci Sadgeldi'nin isyankâr hareketlere basladigini ögrenince yaninda Kadi Burhaneddin oldugu halde Amasya üzerine yürüdü. Kale kusatildiysa da bir çarpisma olmadan anlasma saglandi. Bu durum gösterdi ki, Eretna Beyi Ali Bey veziri Kadi Burhaneddin ile isbirligi yaparak tahtina göz diken emiri Haci Sadgeldi'ye karsi çikabilecek güçe ulasmisti. Ali Bey, Kadi Burhaneddin'in itibarinin artmasindan da hoslanmiyordu. Ancak bunu engellemeye gücü yetmedigi gibi ona ayrica "Melikü'l-ümerâ" ünvanini vererek idarî yetkilerine bir de askerî yetkiler ilave etti. Vezirligi sirasinda Nigde, Aksaray, Erzincan'in alinmasina tesebbüs edildi. Kadi Burhaneddin, Ali Bey'in ölümü üzerine (1380) hükümdar olan oglu Mehmed'in saltanat naibi oldu (1381). Bundan sonra ülkenin her tarafina elçiler ve mektuplar göndererek iktidari ele aldigini bildirdi. Ayrica pasalari, beyleri ve kumandanlari merkeze davet edip kendisine biat ettirdi. Ancak, Amasya emiri Haci Sadgeldi Pasa, bu davranisindan dolayi Kadi Burhaneddin'e düsman oldu. Burhaneddin Ahmed, küçük hükümdarin yerine geçmek istiyor fakat Haci Sadgeldi'den çekindigi için buna cesaret edemiyordu. Bir ara Sadgeldi'nin hastalandigini haber alan Kadi Burhaneddin musahibi ve mutemedi Ali Isa'yi Amasya'ya göndererek anlasmak istedi. Haci Sadgeldi bunu kabul etmedigi gibi iyilestikten sonra Sivas üzerine gidecegini bildirdi. Çok geçmeden kuvvetleriyle Sivas'a hareket eden Haci Sadgeldi'nin karsisina çikan Kadi Burhaneddin, bir takim vaadlerle düsmanlarini dagitmak istedi. Haci Sadgeldi müttefiklerinin kendisini terketmesi üzerine Kadi ile anlasmak istedi. Sivas'a gönderdigi elçi vasitasiyla Tokat'ta bir görüsme yapmayi teklif etti. Hatta bundan böyle Amasya ile yetinecegini, Sivas topraklarina taarruzda bulunmayacagini taahhüt etti. Fakat Amasya seferine hazirlanan Kadi Burhaneddin bunlari kabul etmeyerek savas hazirliklarini tamamladi. Iki ordu arasinda Tokat yakinlarinda Dervismendiye köyünde meydana gelen savas'ta Haci Sadgeldi öldürüldü ve Kadi Burhaneddin büyük bir zafer kazandi(1381). Böylece Kadi Burhaneddin fiilen ve hukuken hükümmdarligini ilan etti. Adina para bastirarak hutbe okuttu ve diger müslüman hükümdarlara elçiler göndererek cülusunu bildirdi. Sadgeldi'nin oglu Emir Ahmed Amasya'da hakimiyetini sürdürmeye devam etti. Eretna emirlerinden Seyavi Hüsam, Seyh Necip ve Eretna'nin kardesinin oglu Feridun Kadi Burhaneddin'e muhalif kaldilar.
Kadi Burhaneddin, onsekiz sene süren saltanati sirasinda Eretna'nin akrabalari ve Tokat emiri seyh Necip, Amasya emiri Ahmed, Karamanoglu Alaaddin, Erzincan hakimi Mutahharten ile ugrasmakla geçti. Amasya emiri Sadgeldi ile mücadele ederken Memlûk Devleti Divrigi kasabasini zaptetti.

a) Kadi Burhaneddin'in Memlûklülerle Münasebetleri

Kadi Burhaneddin ile Misir Memlûklu sultanligi arasindaki iliskiler sultan Berkuk'un tahta geçmesiyle baslamistir. Bu sirada Memlûk Sultanligi'nin sinirlari Malatya ve Divrigi'ye kadar uzaniyordu. Malatya'daki Memlûk naibüssaltanati Mintas'in (Abdullah et-Türkî) Sultan Berkuk'a isyan edip, Kadi Burhaneddin'den yardim istemesi ve Sultan'in Malatya'yi almaya tesebbüsü üzerine iki devlet arasindaki iliskiler bozuldu.
Malatya naibi Mintas'in ikinci defa elçi göndererek Malatya'yi teslim etmek istedigini bildirmesi Kadi Burhaneddin'i Erzincan'a yapmayi düsündügü seferden vazgeçirdi. Uzun görüsmelerden sonra Malatya'yi teslim almaya giden Kadi Burhaneddin, Mintas'in bir kumandaninin karsi çikarak muhalefet etmesi üzerine Mintas'i yanina alarak Sivas'a döndü. Kadi Burhaneddin'in Malatya'yi alma tesebbüsleri kendi topraklarina tecavüz olarak niteleyen Berkuk, Halep naibi Yolboga'yi emrindeki kuvvetlerle Sivas üzerine gönderdi. Kadi'nin rakipleri olan Amasya emiri Ahmed Bey, Erzincan emiri Mutahharten, Kayseri emiri Cüneyt'in tesvik ve tahrikleriyle harekete geçen Yolboga 1388 yilinda Sivas önlerine geldi. Memlûk kuvvetlerinin kirk gün süren kusatmasi sirasinda Burhaneddin Ahmed büyük bir gayretle mukavemet ederek sehri müdafaa etti. Nihayet Memlûk kumandani Yolboga kusatmayi kaldirarak çekilmeye mecbur oldu.

b) Kadi Burhaneddin'in Osmanlilar'la Münasebetleri

Kadi Burhaneddin'in Osmanli Devleti ile münasebetleri I. Murat devrinde baslamis, Yildirim Bayezid devrinde de devam etmistir.
Kadi Burhaneddin, hükümdarligini ilan ettigi 1381'den itibaren Osmanlilar'la kurdugu iliskilerde kendi iç ihtilaflari oldugu için dostane hareket etti. Bu durum I. Murad'in Sirplara karsi Balkanlarda giristigi savas sirasinda da devam etti. Osmanli padisahinin Kosova savasinda sehid olmasi üzerine tahta geçen Yildirim Bayezid'e karsi Anadolu'da Karamanogullari'nin etrafinda olusan ittifaka Kadi Burhaneddin de katildi. Yildirim Bayezid'in Bati Anadolu'da hakimiyeti tekrar sagladiktan sonra Karamanogullari ülkesine yürümesi üzerine Candaroglu II. Süleyman Pasa ile anlasan Kadi Burhaneddin karsi harekete giristi ise de basarili olamadi. Yildirim Bayezid, Karamanoglu Alaaddin Beyle bir anlasma yapti. Bunun üzerine Kadi Burhaneddin Kayseri'ye, II. Süleyman Kastamonu'ya çekilmek zorunda kaldilar. Daha sonra Sivas'a dönen Kadi, Amasya emiri Ahmed Bey'in sehri Osmanlilar'a teslim etmek istedigini ögrendi. Yesilirmak bölgesine Osmanlilar'in girmesine karsi çikan Kadi Burhaneddin, harekete geçerek bazi tedbirler aldi. Candarogullari üzerine sefere çikan Yildirim Bayezid'e de elçi göndererek bundan vazgeçmesini aksi takdirde kendisinin de harp açmaga mecbur kalacagini bildirdi ve askerini toplayarak Amasya'ya hareket etti. Bu durum karsisinda ve ayni zamanda Rumeli'de olaylarin çikmasiyla Osmanli ordulari bölgeden uzaklasti. 1392 yilinda Yildirim Bayezid'in yeniden Kastamonu'ya yürümesi ve Candaroglu Süleyman Pasa'yi yenerek öldürmesi karsisinda Kadi Burhaneddin ile Osmanli Ordusu karsi karsiya geldi. Iki ordu arasinda Çorumlu sahrasinda yapilan savasta Osmanli askeri bozguna ugrayarak geri çekildi. Iskilip, Ankara, Kalecik ve Sivrihisar bölgeleri kirk gün süreyle yagma edildi. Bu basari Kadi Burhaneddin'in Anadolu'daki itibarini daha da artirdi.
Daha sonraki dönemde Kadi Burhaneddin ile Karamanoglu Alaaddin Bey'in arasi açildi. Buna karsilik Yildirim Bayezid rakipleri arasindaki bu ayriliktan istifade ederek Anadolu'daki hakimiyet sahasini genisletmeye çalisti.

c) Kadi Burhaneddin'in Timur'la Münasebetleri

Timur'un büyük bir ordu ile Anadolu'ya yürümesi ve Irak-i Arab'i idaresi altina aldiktan sonra Memlûklu Sultanligi sinirlarina kadar gelmesi üzerine Kadi Burhaneddin Anadolu'nun yeni bir tatar istilasina maruz kalacagini anladi.
1394'te Timur, Dicle'yi geçip Anadolu'ya girdigi zaman karsisinda Misir Sultani Berkuk ile Orta Anadolu'da Kadi Burhaneddin'i buldu. Timur Anadolu'ya girmeden diger beylere mektup göndererek kendisine itaat etmelerini istedigi gibi Kadi Burhaneddin'e de yolladigi mektupta kendisine tabi olup adina para bastirmasini istemisti. Kadi Burhaneddin hariç Karamanoglu, Dulkadiroglu ve Erzincan Emiri Timur'un tekliflerini kabul etmisler ve yardim vaadinde bulunmuslardi. Kadi Burhaneddin ümerasini toplayarak Timur'a karsi hazirliga basladi. Sivas'i tahkim ederek Osmanli ve Memlûklu sultanlarina ittifak yapmayi isteyen mektuplar gönderdi.
Hazirliklarini tamamlayan Kadi Burhaneddin önce Karamanoglu üzerine gidip onu maglup etti. Sonra Erzincan Emiri Mutahharten'e ait bazi yerleri aldi. Timur ise Diyarbekir, Ercis ve Mecengird kalelerini zaptetti ise de Anadolu'ya girmeden Gürcistan'a dogru seferlerine devam etti. Böylece Anadolu'daki heyecan bir müddet için yatismis oldu.

d) Kadı Burhaneddin'in Komşu Beyliklerle Münasebetleri

Kadi Burhaneddin Ahmed'in komsu olan beylikleri, Karamanogullari, Erzincan Emirligi, Amasya Emirligi ve kuzeydeki Türkmen emirlikleri idi. Önceleri bunlar üzerinde nüfuz kuran Kadi Burhaneddin zamanla bu beyliklerin muhalefetine hatta düsmanligina maruz kaldi. Mesela, Memlûk ordusunun Yolboga kumandasinda Sivas'i kusattigi sirada Amasya Emiri Ahmed, Erzincan emiri Mutahharten, Kayseri emiri Cüneyd devlete karsi müsterek taarruza geçmislerdi. Yine Türkmen beylerinden Haci Emiroglu Süleyman Bey de bu ittifakta yerini almisti. Ancak bu beylikler, Memlûklarla isbirliginden umduklarini elde edememislerdi. Bu beyliklerden bir kismi Osmanli padisahi Yildirim Bayezid'in Yesilirmak-Kelkit Bölgesinde görünmesi üzerine ona meyletmisler, hatta Bayezid'i metbû taniyarak Kadi Burhaneddin'e karsi düsmanliklarini devam ettirmislerdi. Ancak Osmanlilar'in bu bölgeden çekilmesinden sonra tekrar Orta ve Kuzey Anadolu'da hakimiyetini kurmak için harekete geçen Kadi kismen de olsa bölgede nüfuzunu kurmaya muvaffak olmustur.

e) Kadi Burhaneddin'in Akkoyunlular'la Iliskileri

Kadi Burhaneddin'in Sivas'ta hükümdarligini illan etmesinden bir müddet sonra Akkoyunlu reisi Kutlu bey oglu Ahmed Bey beraberindeki Türkmenlerle Sivas'a dogru hareket etti. Bu hareketi önlemekle görevlendirilen Kadi Burhaneddin'in kumandani yapilan savasta maglup olarak hayatini kaybetti. Bu ilk düsmanca iliskiler 1388'den sonra düzeldi ve Kutlubey oglu Kadi'dan aman dileyerek küçük kardesi Kara Yülük Osman'i ona rehin olarak verdi. Osman Bey sonradan hükümdarin sadik beyleri arasina girdi ve Kadi Burhaneddin hizmetinde önemli rol oynadi.
Erzincan emiri Mutahharten ile Karakoyunlu Türkmenlerinin birleserek Akkoyunlular'a saldirmasi ve onlari maglup etmesi üzerine Akkoyunlu beyi, beraberindeki Türkmenlerle Sivas hükümdari Kadi Burhaneddin'e sigindi. Ancak ilticasi sirasinda dahi çesitli vesilelerle isyana tesebbüs eden Ahmed Bey, Amasya emiri ile anlasma yaparak Kadi'ya karsi savas hazirligi yaptiysa da bunun anlasilmasi üzerine tekrar baglilik sunmak zorunda kaldi. Bu olay üzerine Kadi Burhaneddin bütün Akkoyunlular'a yurtlarina dönme izni verdi ve her türlü esyalarini iade etti. Kara Yülük Osman Bey de agabeysi ile birlikte gitti. Akkoyunlu Ahmed Bey 1395 ve 1396 yillarinda Erzincan üzerine yapilan seferde Kadi Burhaneddin'in yaninda yerini aldi. Daha sonra ise hükümdarin maiyetinde hareket etmekten vazgeçen Ahmed Bey'e karsilik Kara Yülük Osman Bey beraberindekilerle Kadi'ya iltihak etti. Ancak sonunda Burhaneddin ile Osman Bey'in arasi açildi. Her iki beyin Sivas disinda tutustuklari savasta Akkoyunlu beyi önce sikistirildi ise de ani bir baskinla kurtulmayi basardi. Böylece Burhaneddin'e karsi koyan Akkoyunlu emiri galip gelerek Kadi Burhaneddin'i esir etmeyi basardi ve onu öldürttü(1398). Kadi Burhaneddin'in ölümü Hint seferinde bulunan Timur tarafindan memnunlukla karsilandi. Çünkü O'nun için artik Anadolu'nun kapilari açilmis oluyordu.

f) Kadi Burhaneddin Devleti'nin Osmanli Idaresine Girmesi

Kadi Burhaneddin'in ölümünden sonra yerine oglu Alaaddin Ali Çelebi geçti ve devlet erkâni Sivas'i Akkoyunlu hükümdarina karsi savunmaya basladilar.
Önce yakinlarindaki Mogollar'dan yardim isteyen ve onlarin maglup olmasi üzerine uzun süre mukavemet edemeyeceklerini anlayan Sivaslilar ayrica yaklasmakta olan Timur tehlikesine karsi Osmanli padisahi Yildirim Bayezid'den yardim istediler.
Bayezid'in büyük oglu Süleyman Çelebi kumandasindaki Osmanli ordusu Akkoyunlu hükümdari Kara Yülük Osman Bey'i maglup ederek Sivas'i teslim aldi. Böylece Tokat, Niksar, Sivas ve Kayseri Osmanli hakimiyetine girmis oldu(1398).

2- Ilim ve Kültür Hayati

Onyedi yil gibi kisa süren hükümdarligi sirasinda daima asker kiyafetinde ve sefere hazir halde bulunan Kadi Burhaneddin Ahmed, XIV. yüzyilin ikinci yarisinda ilimde, siyasette ve devlet idaresinde nadir yetisen bir devlet adami idi. Ebu'l-Abbas künyesini tasiyan Kadi Burhaneddin, âlim kisiligi yaninda Arapça, Farsça ve Türkçe divani bulunan sair bir hükümdardi. Türkçe siirleri Azeri lehçesindedir. Kadi Burhaneddin'in dinî konularda da eserler kaleme aldigi görülmektedir. Ibadetlerle ilgili üç kisimdan olusan Iksîrü's-saâdât fî esrâri'l-ibâdât adli eseri 798 (1395) senesinde telif edilmistir. Hanefi fikhinda önemli bir yeri olan Kadi Burhaneddin, Sadeddin Taftazani'nin Usûl-i Fikha dair Telvih adli eserini tenkit ederek buna karsilik 799/1397'de Tercîhu't-tavzîh'ini yazmistir.
Kadi Burhaneddin'in cografya, matematik ve astronomi gibi ilimlere özel bir ilgisi vardi.
Ünlü âlim Aziz Erdesir Esterâbâdî'nin Burhaneddin'in hayatini ve dönemin tarihini anlatan Bezm u Rezm adli Farsça eseri XIV. asrin ikinci yarisinda Orta Anadolu tarihine isik tutan önemli bir kaynak eserdir.
Kadi Burhaneddin'in oglu Alaaddin Ali Çelebi adina Ibn-i Bevvab tarafindan kaleme alinan Tuhfe-i Alâiye isimli eser Arapça'yi Farsça izah etmek maksadiyla hazirlanmisti.

3- İmar faaliyetleri

Kadi Burhaneddin, bölgedeki imar isleri ile de yakindan ilgilenmisti. Turhal'da bir imamet, Zile'de bir medrese ve askerî maksatlarla Turhal, Erzincan, Niksar, Kirsehir gibi hudut bölgelerinde kaleler insa ettirdi. Kayseri'deki hemserizadesi Seyh Müeyyed'in çesmesinin insasi (792/1390) ile Turhal'in Tazye köyündeki zaviyenin tamiri (790/1388) bu dönemde gerçeklestirildi.

4- Sosyal ve Ekonomik Durum

Kadi Burhaneddin adina çesitli darphanelerde basilan paralar bulunmaktadir. Bunlardan Sivas'ta ve Maden'de basilmis olan tarihsiz sikkeler zamanimiza intikal etmistir.
Devleti, ticaret yollari üzerinde bulunan Kadi Burhaneddin, tüccarin rahat içinde gidip gelmelerini temin etmek maksadiyla büyük gayret sarfetmistir. Hatta bir kisim tüccarin mallarina el koyan Dulkadirli beyliginden bazi kimselerin tedibini ve mallarin iadesini temin etmeye çalismistir.
Kaynak: Osmanli Tarihi

Öne Çıkan Yayın

Fenikeliler Diye Bilinen Kenanlılar

Fenike Fenike haritası‏ Fenikeliler ( Rumca : Phoiníkē ),  Antik çağda  yaşamış  Sami  ırkından  Akdenizli  bir kavimdir. Tarihleri Fen...